Altın Kitaplar tarafından düzenlenen etkinliğin başlığı buydu.
9. İzmir Kitap Fuarı’nın ilk günü, ilk söyleşisiydi. Pek çok ilki buluşturmanın mutluluğuyla, keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Gerek gazete, gerek kitap okurlarım katılımlarıyla beni yalnız bırakmadılar. Karşılıklı görüş alışverişleriyle 1.5 saatin nasıl geçtiğini anlamadık bile…
İşlenen konunun ötesinde, gazetedeki yazılarımla ilgili yorumlara kadar ulaştı söyleşimiz. Önemli satırbaşlarını sizlerle de paylaşmak istiyorum…
Kimdir Kadın Yazar?
Günümüz edebiyatında kadın ve erkek yazarlarımızın, hem sayı hem de eser yoğunluğu açısından eşit sayılabileceğini görüyoruz. Ancak, erkek yazara yalnızca “yazar” denirken, kadın için “kadın yazar” demekten kendimizi alamıyoruz.
Aslında bu, yüzyıllardan gelen doğal bir sonuç. Kadın edebiyatçılarımız, bu sanat dalına çok gerilerden başlamışlar ve sayı olarak da, uzun süre erkeklerin gerisinde kalmışlar.
Erkek pilota yalnız “pilot” denip, kadına “kadın pilot” unvanının yakıştırılması gibi bir şey bu.
“Edebiyatın kadını erkeği olmaz, edebiyat edebiyattır!” diye düşünülse de, alışılagelmişi yıkmak için, bu cinsel ayrımcılığı yaratıcılık ve üretkenlikle aşmak gerekiyor.
Kadın Şair Neden Az?
Doğrudur, kadınlarımız Fatih döneminden bu yana şiir yazsalar da; Nazım Hikmet, Yahya Kemal, Necip Fazıl ölçüsünde bir kadın şairimiz yoktur.
Neden? Hem de duygusal yoğunluk yönünden hiçbir sorun olmadığı halde…
Kadının üzerindeki toplumsal baskı yüzünden! Kadınların duygularını ifade etmeleri ayıp sayıldığından.
Vuslat, hicran, yâr, gönül, aşk, muhabbet, sevda sözcükleri kadın için tabu! Bunlar olmadan, şiir yaz yazabilirsen…
Ya toplumsal baskıyı göze alacaksın ya da susup oturacaksın.
Kadın şairler 600 yıl geriden, Tanzimat’la başlamışlar bu işe. 100-150 yıllık bir zaman diliminde de ancak bu kadar olmuş…
Bir de, espri olarak nitelense de, esin kaynağı sorunu var haliyle… Erkek şair, “endam” ile “ahu göz” arasında ilham bulurken, kadın neyi anlatacak ki şiirinde?
Roman Ve Öyküdeki Eşitlik
Batı tarzındaki ilk Türk romanı (İntibah) ile kadın kaleminden çıkan ilk roman arasında yalnızca 16 yıllık bir fark var. Tarihin geniş ölçeğinde bu, aynı başlangıç noktasına denk.
Bu durum, kadının ruhsal yapısının şiirden çok romana yatkın olduğu görüşünü de doğruluyor.
Ünlü erkek şairlerimiz ölçüsünde kadın şairimiz olmasa da, Yakup Kadri, Kemal Tahir ölçeğinde Halide Edip, Adalet Ağaoğlu gibi güçlü kadın romancılar çıkarabilmişiz. Devamı da gelmiş ve geliyor…
Öyküde de öyle. Günümüzün kadın öykücüleri ve romancıları, hem sayı olarak hem de edebi yoğunluğu yakalamakta eşitliği sağlamış, hatta öne bile geçmiş durumdalar.
Bir de bazı erkek yazarlarımızın, kadını kadından daha iyi tanıdıkları ve daha iyi anlattıkları iddiaları olmasa…
Kadın Duyarlılığı
Kadını erkek yazar da anlatabilir, kadın da. Bu, yazarın gözlem yeteneğine bağlı. Burada söz konusu olan kadın- erkek farkı değil, gözlem yapabilme becerisidir.
Kadınların, hemcinslerinin dünyalarını daha iyi anlayıp gözlemleme gibi bir üstünlükleri yok… Aynı duyguları taşıdıkları için, paylaşımları daha doğal, daha samimi ve daha inandırıcı oluyor; hepsi bu.
Bunun tersini iddia edenler için çarpıcı bir örnek gösterebilirim:
Ahmet Altan, Aldatmak adlı romanında kadının doğum anını anlatıyor.
“…Sancıları dakikada bire inmişti. Sancı geldiğinde, demirden bir el içine girip yumurtalıklarına, karnına, kasıklarına bastırıyor, bu baskıya dayanamayan iç organlarının ezilip patlayacağını sanıyordu. O anda çocuk umurunda bile değildi… Mümkün olsa çocuğu doğurmaktan vazgeçebilirdi.”
İşte bu olmadı! Bu sözcükler bir kadın yazarın kaleminden dökülemez! Çünkü o anadır ya da analık içgüdüsüne sahiptir. Doğuracağı çocuktan kurtulmayı düşünmek, kadının doğasına aykırıdır.
Kadını yazsınlar, herkes yazsın… Ama abartıya kaçmadan. Ve “Ben daha iyi anlatırım,” iddialarını unutarak…
Bu tür tartışmalar girmeye hiç niyetim yok aslında.
Ama şunu söyleyebilirim ki, son romanım “Piraye”yi hiçbir erkek yazamazdı. Bilmem, okuyanlar arasında tersini düşünen var mı?
Yorum Ekle